11.10.2024
Müderris Ömer Efendi

Müderris Ömer Efendi


  • 3036

Molla Mehmet oğullarından İmam lakabıyla maruf Mehmet Efendinin oğlu Osman Efendi ile Fatma hatun’un çocukları olarak Rizenin Güneysu (potomya) ilçesi eski adı (Setoz) ın Ortaköy mevkiinde Rumi 1292 miladi 1876 yılında  dünyaya gelmiştir. Küçük yaşta dedesi İmam Mehmet Efendinin himayesinde Ortaköy merkez camiine bitişik bir külliye halinde yapılan medresede eğitimine başlamış, çok kısa surede Kur’an-ı Kerim eğitimini tamamlamıştır.  Daha sonra medresede takip edilen metotlarla Sarf, Nahiv, Mantık, Maani, Beyan, Bedii gibi Arabi ve Edebiilimlerin yanında Tefsir, Hadis, Fıkıh, Akait gibi İslami ilimleri de tahsil ederek hocası büyük müderris Keşşaf Hasan Efendi (1845-1921)den1315 (1899) yılında ilmi icazetnamesini almıştır.

Rivayet edilir ki; Ömer, ders arkadaşları arasında yaşça küçük olmasına rağmen keskin zekâsıyla temayüz etmiş, hocasının iltifatına ziyadesiyle mazhar olmuştu. Hocanın dersle alakalı talebeye yönelik sorduğu sorulara Ömer anında cevap verir, hocanın takdirini kazanır bu ise onun okuma azmini daha da artırırdı. Hatta zekâsı olupta ders çalışmayan öğrencileri hocaları, Ömer’i sırtlarına yüklenerek evine getirip- götürme ile cezalandırırdı.

Ömer Efendi Setoz medresesinden mezun olduktan (icazetnamesini aldıktan)sonra kısa bir süre tarihi bir cami olan Kiremit (Kaluharaf) köyünde imamlık yaptı. Bilahare 1904 yılındaSetoz Ortaköy merkez camii İmam-Hatipliğine atanarak, cami hizmetlerinin yanında medresede müderrislik hizmetini de uzun yıllar sürdürmüş ve birçok talebe yetiştirmiştir. Bunların en meşhurları Molla Mehmet Zade Ali Efendiler kolundan Hafız Yusuf Yılmaz Hoca Efendi ile Kar Zade Mahmut Ziyaeddin Kar Efendidir. Bunlar Rumi 1362, miladi 1946 yılında ilmi icazetlerini almışlardır. Kars Zade Tula Mustafa Kars Hoca Efendi, İstif zade Mehmet Hekim Hoca efendi, Gür Zade Süleyman Gür Hoca efendi, Bıyık Zade Hafız İlyas Bıyık Hoca Efendi, Tevfik Bıyık Hoca Efendi, Peçe Zade Mehmet Peçe Hoca Efendi (Bursa) ve halen sağ olan torunu Osman Yılmaz Hoca Efendi de rahle-i tedrisinde bulananlar arasındadır.(Allah (c.c.) cümlesinden razi olsun)

Ömer Efendi, Osmanlı’nın son dönemleri ile Cumhuriyetin kuruluş yıllarını yaşamış, her iki dönemin zorluk ve sıkıntılarına bilhassa şahit olmuştur. 1924 yılında köyü denetlemeye gelen bir yüzbaşının medresenin kapısına “mülğa medrese” (lağv edilmiş, kapatılmış medrese) yazarak medresede eğitim faaliyetlerinin yasaklandığını ilan etmesi onu derinden sarsmıştı. Artık müderrislik yapma imkânı elinden alınmış, toplum içerisindeki otorite ve statüsü zedelenmiş, çok sıkıntılı bir dönemin geldiğine şahit olmuştu.

Müslüman toplumların olmazsa olmazı olan Ezan-ı Muhammedi’nin “Tanrı Uludur” şeklinde Türkçe okutturulması, Kur’an’ı Kerimi öğrenme ve öğretmenin yasaklanması gibi gayr-ı İslami girişimlerden fevkalade müteessir olan Ömer Efendi, 13 Şevval 1359 (1938) da kaleme aldığı şu beyitlerde dini ve sosyal hayatın ne kadar yozlaştığını en veciz bir biçimde anlatmaktadır.

13 Şevval 1359“Gel ey cana gönül şehri yıkıldı çün melamet var

Nazar kıldım şu alemde bila şüphe felaket var.

Şeriat hükmü refğ oldu düzüldü kanun-ı nizam

Alimler azle mensubdır, cahillerde şerafet var.

Ne müftülerde var fetva, ne cahillerde var takva

Ne âlimlerde var ihlas ne âlemde belagat var.

Cihanı kapladı rüşvet, zina etmek şarap içmek

Ne vaizlerde emr-ü nehiy, ne müminde nedamet var.

Hayâ kalktı nisalerden, mürüvvet kalktı erlerden

Sakınmak yok namahremden ne isyanda hacalet var

Ne müminlerde var insaf, ne meclislerde doğru laf

Zulüm kapladı her taraf, ne müminde diyanet var.

Geçen nefsin hevasinden, kurtulur masivasinden

Teâlâ’nın rızasından bilenlerde selamet var.  Ömer Hilmi bin Osman

Arz-u halverirsem olmaz, parasız arz-u hal geçmez Molla Mehmet Zade Ekremehum

Hâkimler doğru hükmetmez, ne valide adalet var. Allah-ü bilhüsnavezziyade

Şikâyet eyleme kişi, seni halk eyleyen Rabbi

Bilendir âlemin gaybın, demesinler şikâyet var.“
 

- Merhum Ömer Efendi çok gür bir sese sahipti.  Ezan-ı Muhammedi’yı okuduğu zaman ta Dığla sırtından ezanının dinlendiğini söylerler. Ezan-ı Muhammedi’nin orijinalinden okunmasının yasaklandığı tek parti iktidarı döneminde hiçbir zaman Türkçe ezan okumamıştır.  O gür sesiyle “Allah’u Ekber” deyip Cenabı Hakk’ın yüceliğini ilan ettiği zaman sanki dağa taşa “Allah’a isyan edilecek yerde kula itaat yoktur“ dercesine haykırıyordu. Bir gün köyümüzdeki İlkokulu denetlemeye gelen müfettiş,( Senoz’lu İzzet bey) ezanın orijinalinden okunduğunu duyunca yanındaki iki jandarma ile birlikte Ömer Efendi’nin yanına gidiyor.

- Ezanı sen mi okudun? Diye soruyor. O da hiç tereddüt etmeden,” evet ben okudum,” diyor.  O zaman müfettiş:“Allah-ü Ekber” deyip te bu çevrede yatan hortlakları ürküteceğine, onların anlayacağı lisanla “ Tanrı Uludur”diye okusan olmaz mı?

-Ömer Efendi: Olmaz, zira ezanın meşruiyeti Arap lisanıyladır ve namaz vakitlerini bildirmek için cihanşümul bir ilandır. Hortlakların ürkütülmesine gelince; Bizim ölülerimiz bu sese alışıktır ve bundan huzur bulurlar. Sizin hortlaklarınız ürkerse onu bilemem.” Dedi. Müfettiş bu cevabı alınca Ömer Efendi’yi götürmek istediler. Ancak orada muallimlik yapan merhum Mehmet Erkan müdahale etti ve” Neyapıyorsunuz? Şimdi hocayı götürür iseniz ben bu köyde daha muallimlik yapamam, aman Hocaya dokunmayın.” dedi ve hocayı bıraktılar.

-Bir başka gün yine denetime geliyorlar. Camide Hoca Efendinin çocuk okutup okutmadığına bakıyorlar. Bir kış günüydü. Hoca Efendi medresenin büyük dershanesinde kalabalık bir talebeye Kur’an-ı Kerim öğretiyordu. Müfettiş Jandarma ile birlikte dershanenin kapısını açıyor ve “ Ooo hoca efendi, artık şimdi işin yaş bakalım ne yapacaksın?” dedi. Dershanenin köşesinde gürgen odunu istif halinde, soba da gür-gür yanıyor. Hoca efendihiç bozuntuya vermeden “İşimiz yaş ise odun bol, yaşı kuruturuz” diyerek onların baskısına aldırmadan öğretime devam etti.

-Ömer Efendi İslami ilimlerden özellikle Fıkıh (İslam Hukuku) dalında mütehassısti. Genellikle evlenme (Nikah) Boşanma (Talak) ve süt akrabalığı (Redaa) konusunda Ömer Efendinin fetvalarına müracaat edilirdi. Güneysu’dan Rize müftüsü merhum Yusuf Karalı Hoca Efendiye bir fetva için gidildiğinde o gidenlere:” Siz bu meseleyi başka kimseye sordunuz mu?” diye sorardı. Ömer Efendi’ye sorduk cevabını alınca, “o ne dediyse doğrudur” der ve onları geri çevirirdi. Zira o biliyordu ki Ömer Efendi’den istenen fetva alınamayınca bize müracaat etmişlerdir.

-O dönemde Talak’a bağlı şart meselesi ile süt akrabalığı meselesi çok sorulurdu. Yakın bir köyde, aralarında süt olan iki gencin evlenip evlenemeyecekleri meselesi çevrelerindeki hocalara soruluyor. Evlenebilirler fetvası alınıyor. Düğün yapılıyor, aradan bir müddet geçtikten sonra mesele Ömer Efendi’ye intikal ediyor. Ömer Efendi’de sütkardeş olduklarını, asla evlenemeyeceklerini, evlendiyseler mutlaka ayrılmalarının lazım geldiğini ifade ediyor. Daha sonra konu Müftü Yusuf Karalı Hoca Efendi’ye intikal ediyor ve evlilikleri sona erdiriliyor.

-Yine bir gün bir hanımefendi büyük bir telaş içinde Ömer Efendi’ye geliyor ve” Hocam” diyor. Size bir mesele sormak istiyorum ama çokta utanıyorum. Çok affedersiniz.. Damadım kızımın göğsünden süt emdi. Şimdi, mahremiyet açısından bunların durumu ne olacak? Dedi. Ömer Efendi de kendine has üslubuyla “hey da bişe yok, endişelenme, o kızuni çok sevdiğinden öyle yaptı, bir şey lazım gelmez” dedi ve kadın büyük bir sevinçle haberi çiftlere götürdü.

-Merhum müftü Yusuf Karalı Hoca Efendi’nin Ömer Efendi’ye karşı derin saygısı ve ilmine güveni vardı. Bir gün köy sakinlerinden bir zat şikâyet mahiyetinde makama giderek Müftü Efendiye soruyor. “İki değnekle mihraba giden bir imamın peşine namaz olur mu?” O da;” Eğer daha sağlıklı birisi varsa onun imameti daha evladır”der. Adam:” Tamam hocam”der, döner kapıdan çıkmak üzereyken geri çağırır ve ona  “ sen neredensin?“ diye sorar. Adam; “Setoz’danım” der. Müftü efendi; “.Olmaya sen bunu Ömer Efendi hakkında sordun“ der. Adam da “Evet” deyince: “Ula siz gidun onun cübbesini mihraba asun ve onun peşine namaz kılun, sizun namazunuz gene olur“ diyerek, ona olan güvenini bu sözüyle ifade etti.

-Ömer Efendi’nin döneminde ezanların peşinden bir takım hocalar boru çalarlardı. Hoca Efendi bu uygulamaya şiddetle karşı çıkarak onlara;  Hz. Peygamber (s.a.v.)’ın namaz vakitlerini ilan konusunda ashabıyla yaptığı istişarede boru çalınmasını teklif eden sahabelere;” Olmaz, zira boru çalmaYahudilerin adetidir” buyurdu. İşte Hz. Peygamberin benimsemeyip reddettiği bir adeti ezandan sonra olsa bile hoş karşılanmayacağı aşikardır.  Rize’de bazı ileri gelen hoca efendiler “Tesvib” (ezandan sonra namaza ikicin davet)’e “vaktussala” gibidahil olabileceğini söyledi iseler de, Ömer Efendi; “Tesvib, insanların anladığı bir lisanla yapılır, ”buuuup” necedir? Diyerek bu görüşe de karşı çıktı. Neticede bu tartışma merhum Eyüp Sabri Hayırlıoğlu döneminde Diyanet İşleri Başkanlığı’na aksettirildi ve başkanlık boru çalmanın caiz olmadığını bildirerek tartışmaya son noktayı koydu.

- Ömer Efendi vefatından sonra Camii Şerif’in arkasında tam mihrabın hizasında defn edilmesini vasiyet etti. Neden orasını tercih ettiği kendisine sorulduğunda latife olarak; ”Benden sonra mihraba geçecek imamların hatalarını düzeltmek için” dediği söylenir.

-Mezar taşındaki kitabeyi talebelerinden merhum Tula Mustafa Karslı Hoca Efendi kaleme aldı. Kitabede şöyle yazılıdır:

HUVE-L HELLAK-Ü ELBAKİ

İrciği’den hitap geldi ki oldu ömrü tamam

Mağfiret kıl ya ilahi yevm-elbasivelkıyam,

Müddet-i ömrünce meşgul oldu

Tefsir-ü Hadis ve Fıkıh ile

Hiçbir an taşra çıkmadı durdu köyünde İmam

Müderris-i kiramdan Mollamehmet oğlu

Ömer bin Osman  Ruhi içün El-fatiha